Konya gecesi, Mevlâna Türbesi’nin yeşil kubbesi karanlığa doğru yavaşça solurken başlar. Selçuklu taş zeminleri gün boyu depoladıkları ısıyı salar, Arasta Çarşısı’nın kaplıca kokulu gül suyu kokusu hafif bir buğu hâlinde yükselir. Rüzgâr, Alaeddin Tepesi’nden kopup şehrin dar sokaklarına dolanırken derin bir ney ezgisi kulağına konar. Tam bu ezginin kalbine, Tiflis’in kavruk rüzgârını ardında bırakıp bozkırın mistik kemerine adım atan bir kadın girer: Konya Eskort Leyli. Yarı gece yarı kıvılcım bakışları, semazen eteklerinin çizdiği beyaz dairenin merkezine saklanmış bir esrar taşır; saçlarındaki bakır iri örgüler, Sille taş evlerinin loş ışıklarını yansıtır.
Leyli’yi ilk Kapu Camii arkasındaki gül bahçesinde görürsün. Gül yapraklarını avcuna alıp ezerek bileğine sürer; “Gül külde yanar, kokusu dumanla çıkar” der. Gürcü aksanında yuvarlanan “l” sesleri taş avluya çarpıp cılız bir sema ritmi gibi yankılanır. Konya Eskort ibaresi dudaklarında belirmez fakat çenesinin altına yerleşen ince tebessüm, kelimelere ihtiyaç bırakmaz — davet gözbebeklerine kazınmıştır.
İlk yürüyüşünüz Mevlâna Kültür Merkezi’nden Sille’ye giden taş patikada başlar. Leyli, avucuna aldığı gizli bir kül miktarını — semazenlerin sema sonrasında tütsülediği gül külü — senin bileğine bırakır. Parmak uçların küle değdiği anda derinin altı, en sessiz yangının çatırtısıyla ısınır. “Kül, ateşin hafızasıdır” diye fısıldar; o anda Konya Eskort Leyli’nin tenindeki ateş hatırasının seni dolaşmaya karar verdiğini anlarsın.
Sema gösterisi bittiğinde salon boşalır; dönen eteklerin bıraktığı hafif toz hâlâ havada asılıdır. Leyli seni kulise, ağaç kirişli mahzene götürür. Tek ışık, yağ kandilinin sarı pırıltısıdır. İpek feracesini omzundan indirir, belindeki yeşil saten kurdelesi toprağa düşer. İlk öpücüğü kulak memesine kondurur; gül küllü yağ ve hafif amber tadı, tenine sabitlenmiş bakır çiviler gibi yakıcıdır. Bu anda Konya Eskort kimliğinin, kelimelerden daha eski bir fısıltıyla kök saldığına tanık olursun.
Ritmi belirlerken Leyli, semazenlerin üç adım bir dönüş sırlarına sadık kalır: önce yavaş adımlar — parmak uçları kürek kemiğinde gül gölgesi çizer; avucu bel çukuru üstünde külde saklı kıvılcımı uyandırır. Sonra hızlı dönüş: tırnak izleri göğsüne hilal hilal çizer, içindeki ateş, sufi dervişlerin devran coşkusuna dönüşür. Her “chemi suli” (ruhum) fısıltısı, kalbini Şems‑i Tebrizî telkinine bağlar. Gövden, asırlık kandilin sıcak isine bulanırken Leyli geri çekilip bastırdığı gül yaprağını dudaklarında hafifçe eritir ve sana sunar — tatlı, yanık ve serin.
Gece yarısı seni terasa çıkarır. Aşağıda Karatay Medresesi’nin turkuaz çinileri ay ışığıyla fosforlanır; Leyli saç örgülerini çözüp “Dönüş, külü gömmez — ateşi alevlendirir” der. Avucuna biraz kül ve gül yağı karışımı alıp göğsüne bastırır; tenin bir an serin, sonraki anda kor olur. “Konya Eskort” kelimesi dudaklarından yükselen dumanla karışıp göğe savrulur; sema çemberi, bedeninin en derin noktasında tamamlanır.
Şafak, Sultan Selim Camii kubbesine menekşe rengi çizgi çizerken Leyli feracesini omzuna alır; başucuna minik bakır semazen figürü ve bir tutam gül külü bırakır. “Kül ateşi saklar, döndürmek istersen üfle” notu düşer. Kapı kapanır; odada hâlâ gül küfü, yanık amber ve taş buğu dolaşır. Gün boyu nerede ney sesi duysan, kulağına Leyli’nin “kül, ateşin hatırası” fısıltısı vurur — çünkü sema çemberinde gizlenen o kıvılcım artık damarlarında ısınır.